Ötanazi Yasağı

0 1

Antik Yunan tarihinden günümüze dek din, hukuk, tıp, felsefe alanlarında tartışmaya konu olmuş ötenazi, tıp biliminin verilerine göre iyileşmesi mümkün görünmeyen bir hastalığa tutulmuş ve dayanılmaz acılar içerisinde olan kişinin hayatına, onun veya yakınlarının talebi üzerine hekim tarafından son verilmesidir.

 

Ötanazi, ölüme yol açan kasıtlı fiilin işlenişi yönünden ikili bir ayrıma tâbi tutulmaktadır. Bu ayrımlar, aktif ötanazi yani ölümü sağlayan tıbbi yöntemlerin doğrudan doğruya uygulanması ve pasif ötanazi; hastanın bir müddet daha yaşamasını sağlayan yaşam destekleyici tedaviyi sunmayarak veya yaşam destekleyici tedaviyi sona erdirerek ölümün hızlandırılması şeklindedir.

 

Ayrıca hastanın içinde bulunduğu durum göz önüne alındığında iradeye bağlı biçimde ve irade dışı olarak fiilin hastaya uygulanması gibi ötanazi uygulamaları karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan ilki, hastanın bilincinin açık olduğu ve sarih bir şekilde ötanazi iradesinin bulunduğunu beyan ettiği iradeye bağlı ötanazi durumudur. Buna istemli ötanazi de denilmektedir.Diğer durumda ise, hastalığın şiddeti nedeni ile hastanın bilinci yerinde değildir ve hasta koma veya bitkisel hayat gibi bir durumdadır. Ötanazi ile ilgili olumlu veya olumsuz iradenin beyan edilemeyeceği bu gibi durumlarda uygulanan ötanaziye irade dışı veya istem dışı ötanazi denir

Yaşam Hakkı ve Ötanazi

Her türlü inanç, anlayış ve düşünceye göre insan haklarının oluşması için gereken temel güvence yaşam hakkıdır. Ötenazi ve yaşam hakkının değerlendirildiği bir ortamda tartışılması gereken esas nokta ise yaşam hakkının dokunulmazlığı boyutudur. Hukuki açıdan değerlendirildiğinde yaşam hakkının mutlak olmasının iki istisnası meşru müdafaa hali ve idamın yasal olduğu ülkelerde bu cezanın uygulanmasıdır.

 

Ötanazi ise Türk hukukunda yaşam hakkının dokunulmazlığı gözetildiğinde istisna kapsamına alınmamıştır. Anayasanın 17. Maddesinde yaşam hakkı açıkça korumaya alınmıştır bu hükme göre “Herkes, yaşama, (…) hakkına sahiptir. Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.

 

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesinin 1. fıkrası “Herkesin yaşama hakkı hukuken korunmalıdır. Hiç kimse, kanunda cezası belirlenmemiş bir suçu işlemesi nedeniyle mahkeme kararının infazı amacıyla dahi olsa yaşama hakkından mahrum bırakılamaz.” olmuştur. Sözleşmenin bu maddesi devlete, yaşama hakkını koruma mükellefiyeti yüklemiş ve hiç kimsenin yaşamaktan bilinçli olarak mahrum bırakılamayacağını öngörmüştür. Buna göre devlet, bireyi sadece doğrudan tecavüz teşkil eden eylemlere karşı korumak borcu ile yükümlü olmayıp, hayatı rizikoya sokacak tehlikeli durumlara karşı da korumak zorundadır. Yaşama hakkı sırf saygıyı değil, hakkın korunup gözetilmesini de gerektirir.

Ötanazi Yasağı

Tedavi edilmesi mümkün olmayan bir hastalık nedeniyle dayanılmaz acılar çeken ve artık yaşamak istemeyen hastanın talebi üzerine, acıma duygusu ile hekim tarafından öldürülmesi durumunda hukuk düzeninin ne yapacağı, ötanazi tartışmalarının odağını oluşturur. Uluslararası toplumun uzun süredir ilgilendiği ötanazinin, meşru olup olmadığı ve meşru değil ise nasıl cezalandırılması gerektiği konusunda bir görüş birliğine varılamamıştır. Bunun bir sonucu olarak, dünya üzerinde farklı ülkelerde çok farklı ötanazi uygulamaları görülmektedir. Bazı ülkelerde aktif ötanazi dahi serbest iken, kimi ülkeler yalnızca pasif ötanaziye izin vermiş, kimi ise yaşam hakkının kişinin üzerinde tasarruf edemeyeceği bir hak olduğu görüşü ışığında ötanaziyi tümüyle reddetmiştir.

 

Ülkemizde ötanazi hasta hakları yönetmeliğiyle açık bir ifade ile yasaklanmaktadır. Yönetmeliğin 13.maddesine göre ”Ötenazi yasaktır. Tıbbi gereklerden bahisle veya her ne suretle olursa olsun, hayat hakkından vazgeçilemez. Kendisinin veya bir başkasının talebi olsa dâhil, kimsenin hayatına son verilemez.”

 

Türk Ceza Hukuku’nda aktif ötanazi uygulaması suç oluşturmakta ve kasten insan öldürme suçu kapsamında ele alınmaktadır. Ancak doktrinde pasif ötanazinin hastanın tedaviyi reddetme hakkı çerçevesinde hukuken kabul görmesi gerektiğini düşünen yazarlar da mevcuttur.

Ötanazi ile ilgili dolaylı yaklaşım sergileyen bir başka düzenleme de 13.01.1960 tarihli ve 4/12578 sayılı Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile yürürlüğe giren Tıbbi Deontoloji Nizamnamesidir. Bu düzenlemenin 2. maddesinde; hekimin görevinin insan sağlığına, hayatın ve şahsiyetine özen ve hürmet göstermek olduğu belirtilmektedir. 13. maddenin 3. fıkrasında da; hekimin teşhis, tedavi veya korumak amacı olmaksızın hastanın arzusuna uyarak ya da başka bir nedenle hastasının akli ve bedeni mukavemetini azaltacak herhangi bir işlem yapamayacağı vurgulanmaktadır.

 

Sonuç olarak tüm bu düzenlemeler göz önüne alındığında ayrıca Avrupa Konseyi çerçevesinde imzalanan İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesinde ötanazi ile alakalı maddeye, taraf olan Türkiye’nin çekince koyması, Türk hukukunda ötanazinin yasal olmadığını açıkça bize göstermektedir. Dünya üzerindeki birçok hukuk düzeninin tartışma konusu olan ötanazinin ülkemizde de yasalaşması gerektiğini savunan, hatta bu konu üzerine akademik çalışmalar yapan profesyoneller kişinin yaşam hakkı üzerinde ölümü seçmek anlamında da tasarruf yetkisinin bulunduğunu söylemektedirler.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.